Çare yazılım

26 December 13, Thursday @ 21:52

Geçen seneki bir blog yazımda, "nasıl bu kadar yüksek faiz verebildiğimiz ise Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü sananları yakın bir tarihte çok şaşırtacak ayrı bir hikaye" diye bir tahminde bulunmuştum. O günden beri olan olayların hiçbirini tahmin edemez, hatta bazılarına söyleseniz bile inanmazdım. Ancak ekonomideki sistemik zayıflığı ve bunun olaylardan olumsuz etkilenme fonksiyonunun konkav olduğunu görüyordum.

Nitekim, dünyadaki olumlu ve olumsuz gelişmelerin ortalamasından en kötü etkilenen ülkelerden biri olduk. Krizin etkilerini her gün şiddetle artan dövizde, seçim döneminde yapılmak zorunda kalınan zamlarda, siyasi çözülmelerde görebilirsiniz. Siyasal krizlerin aşılmasına ve dünya piyasalarındaki olaylara bağlı olarak bir miktar düzelme olabilir belki, ama orta ve uzun vadede bir çıkmaz sokaktayız. Ben herşeye rağmen Türkiye'nin bir şansı olduğunu düşünüyorum. Ancak bu şansı kullanabilmek için önce sorununun nedenlerini anlamak, sonra da bazı büyük değişiklikleri gerçekleştirmek zorundayız.

Üretim out, tasarım in

Dünyada büyük değişimler oluyor. Gelişen otomasyon ve iletişimle birlikte bir çok meslek değerini yitirmeye, her mesleğin kendi içindeki değer dağılımı da az sayıdaki uzmanlara doğru devrilmeye başladı. Çok fazla bilgi, çalışma ve yetenek gerektiren yüksek teknoloji işleri ile vasıfsız olarak da yapılabilecek hizmet sektörü dışındaki çalışanların geçim standartları her gün düşmekte. Hizmet sınıfının para kazanabilmesi için de güçlü bir orta sınıf gerekiyor. Sanayi işçiliğinin ve orta kademe plaza yöneticileri de dahil olmak üzere her meslekten "ara" elemanların gelecekte pek bir değeri olmayacak.

Aynı durum ürünlerin ekonomik değeri için de geçerli. Mesela Cisco ya da Juniper gibi kendini ara katmanda konumlandırmış şirketlerin alt tarafını Çin'de çok ucuza üretilen taklit donanım ürünleri yerken, üst tarafını yazılımla tanımlanmış ağ (SDN) ve genel işlemciler (hatta GPU) üzerinde çalışan ağ yönlendirme teknolojileri yemek üzere. Cep telefonu piyasasının üç lideri de (Google, Apple, Microsoft) aslen yazılım firması. Donanıma göre daha zor olan yazılım alanında rekabet edememeleri, piyasanın eski liderlerinin hepsinin alaşağı olmasına yol açtı.

Böyle bir piyasada Türkiye'nin ucuz işçilik, montaj hattı, ara sanayi gibi çıkmazlara girmeyip, yüksek teknoloji alanında yerine alması şart. Gerçekçi düşünürsek Türkiye'nin nanoteknoloji, biyoteknoloji ya da nükleer enerji gibi alanlarda gerekli altyapıyı, yan sanayiyi kuracak, eleman yetiştirecek, temel bilim araştırmalarını yapacak zamanı yok. Dolayısıyla bir yandan bunları oluşturmaya çalışırken, yatırım karşılığında en fazla değer getirebilecek olan yazılım alanına yüklenmek en doğru strateji olur.

Çevre kirliliği ve aşırı enerji kullanımı yaratan ve karşılığında getirisi çok az olan üretim sektörlerini kapatmak, karnımız doymadan yaşayamayacağımız için de tarımı yeniden canlandırıp cari açığın parçası (bkz: simit zammı, susamı bile ithal ediyoruz) olmaktan çıkarmak da bu stratejinin tamamlayıcısı olacaktır.

Değişen sınıf yapısı

Dünyadaki diğer bir önemli değişiklik ise, aynı ülke içindeki sınıflar arasında böyle uçurumlar açılırken, farklı ülkelerdeki aynı sınıfların birbirinden haberdar olması ve ortak bir zihniyet oluşturması.

Batman filminde, kötü adam Bane, lambayı patlatan Batman'e "sen karanlıkta görmeyi sonradan öğrendin, ben ise karanlığın içinde doğdum" der. Benim kuşağım ve önceki kuşaklar, eposta, sosyal medya, twitter gibi teknolojileri sonradan öğrendi. Oysa bugünkü nesil bunların içinde doğuyor ve onları düşüncelerinin doğal bir uzantısı gibi kullanıyor.

Çağdışı kalmış işadamları hala istikrar istikrar diye debelenirken, genç kuşak silikon vadisinde en çok edilen lafın "disruption" olduğunu, girişimcilerin yıkarak üzerine yeni iş modelleri kurulacak alanlar peşinde koştuğunu görebiliyor. Değişimin hızını gördükleri için istikrar denilen şeyin durgunluk ve geri kalmaya yol açan bir aldatmaca olduğunu farkediyor.

Kısıtlı imkanlara ve bizim toplumda girişimciliğin bir değer olmamasına karşın, gençler çok sayıda yerli girişim başlattı. Doğal olarak, belli bir noktaya gelebilenleri daha rahat kaynak bulabilecekleri silikon vadisine göç ediyor, ancak büyük bir potansiyel olduğu açık. Genç kuşağın dinamizmi ve dünyayla iç içe olması, Türkiye'nin en büyük avantajı.

Bu potansiyeli yazılım alanında bir atılıma dönüştürebilmek için, akademide, özel sektörde ve toplum bilincinde büyük bir hamleye ihtiyaç var.

Akademi ve özel sektör

Bilimin önündeki en büyük engel Yüksek Öğretim Kurumu. Bu kurumun kaldırılıp, üniversitelerin kendi rektörlerini kendilerinin seçmesi, akademik standartlarını, kadro ve bütçelerini kendilerinin belirlemesi lazım. Bilim adamları devlet memuru statüsünden çıkarılmalı, düşünce özgürlüğünün sağlanması için Tenür kavramına benzer bir koruma getirilmeli. Buna karşın akademik hırsızlık işten atılma nedeni sayılmalı.

Tübitak'ın girişim yatırımcılığını ve ürün geliştirmeyi özel sektöre bırakıp, üniversitelerle işbirliği içinde temel bilim araştırmalarına yönelmesi lazım.

Kobi, teknokent vb gibi modası geçmiş kavramları bırakalım. Büroya binaya ihtiyacı olmayan, damga vergisi dahil hiç sabit vergisi olmayan, yalnızca kar üzerinden kurumlar vergisi ödeyen bir "yazılım şirketi" kategorisi oluşturalım.

Yerli melek ve VC yatırımcılara teşvik ve vergi kolaylıkları sağlayalım, hisse opsiyonu, şirket satışları, yatırım girişi, yabancı ortaklık vb gibi konularda yasal sorunlarını çözelim. Kickstarter gibi toplumsal finansman modellerini yasal düzenlemesini yapıp yaygınlaştıralım.

Beyin göçü

Para ve insan kaynağı ayırarak ortalama eğitim seviyesini yükseltmek mümkün. Ancak ne yaparsanız yapın mesela Elon Musk gibi ülke ekonomisine milyalarca dolar değer katabilecek bir adam ancak şans eseri ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu insanları elde tutmak ve hatta ülkeye çekmek çok önemli. Yabancı bilim adamı, mühendis ve girişimcilere sunacak kolay bir çalışma izni ve vatandaşlık imkanımız olmaması bir eksiklik.

Musk da, Google'ın kurucularından Sergey Brin de Amerika'ya göçmen olarak gelmişler. Bugün ise Amerika'da göçmen vizelerine karşı, artan işsizlik kaynaklı bir hoşnutsuzluk var. Siyasi güçleri fazla olmasa da, diğer sorunlar arasında vize ve göçmenlik işlerini kolaylaştıracak yasa değişikliklerini ya da kota artışlarını yavaşlatmayı başarıyorlar. Bu, değerlendirmeyi bilen ülkeler için çok büyük bir fırsat olabilir.

Yerli olsun, yabancı olsun, beyin gücünü getirebilmek için gereken şeyler belli. Yaşanacak güzel bir coğrafya konusunda Türkiye çok şanslı bir ülke, ancak İstanbul ulaşım sorunu, pahalılığı ve gittikçe çirkinleşen yapılaşmasıyla bu avantajını kaybetmekte.

Bir diğer etken para. En kolay çözebileceğimiz de bu bence. Türkiye'de para yok değil, yalnızca AR-GE'yi gereksiz gören bir zengin kesim var. Spekülatif para kazanma yolları engellenir ve VC şirketleri/fonları teşvik edilirse o paranın girişim yatırımlarına akması çok kolay olur.

Burada tabi daha önce yapılan hatalar yapılmamalı. Mesela bir tersine beyin göçü programı oldu. Türkiye'ye dönen bilim adamlarına iki yıl boyunca az bir ek para veriliyor. Bu tür bir programı ya zaten geri dönmeye karar vermiş, ya da yetersiz olduğu için yurtdışında tutunamamış kişiler kullanır. Bu kısa süreli paranın, ne alana ciddi bir faydası olur, ne de gerçekten iyi birilerini dönmeye ikna eder. Daha iyi bir fikir, mesela NSF ya da benzeri bir yerden bir araştırma fonu alabilmiş kişilere gidip, aynı çalışmayı Türkiye'de yaparlarsa iki katı destek ve kalıcı bir kadro teklif etmek olabilir.

En önemli etken ise özgürlük. Başörtülüleri üniversiteye sokmadık. Saçı uzun gençleri dövdük. Kot pantolonla sunum yaptı diye mühendisi azarladık. Telefon numarası 532 ile başlamıyor diye insanları restorana kabul etmedik. Şekilcilik artık delilik boyutuna varmış durumda. Amerika'nın en büyük gücü burada saklı. New York'ta milyar dolarlık hedge fund yöneticisi ile evsiz bir adam aynı metroya biner, aynı parkta çayını içer. Bir ürünü sunmaya canlı yayına çıkan CEO normal bir kazak giyer. Açık kapalı, istediği kadar çılgın giyinmiş olsun kimse yoldan geçen bir diğer kişiye gözünü dikip bakmaz.

Kimsenin nasıl yaşadığına --yorum yapmak dahil-- karışmamamız gerektiğini, farklılığın bir güç olduğunu, teknolojik ve ekonomik gelişmenin ancak bir özgürlük ortamında olabileceğini kavramamız ve tektipleşmenin sonunun toplu yokoluş olduğunu görmemiz gerekiyor.

Fikret

06 January 14, Monday @ 18:03

Yerinde tespitler,
Sadece eleştiri değil çözüm de sunan bir yazı olmuş. Tebrik ederim. Aydınlandım.

Şu anda özel sektör ya da kamu alanında yönetim kademesinde olanların bu vizyonda olduklarını düşünmüyorum. Gelecekte umarım dediğiniz gibi olur. Ama o zamanda tasarım out xxx in olacak ve biz bu treni hiç mi yakalayamayacağız diye de düşünmeden de edemiyorum...

Post a comment

Text: